Yeni Üyelik Haber bülteni üyeliği
|
Kan Şekerinde Denge
Prof.Dr. Mehmet CİHANOĞLU Rahmet-i Sonsuz, bedene ait fizyolojik faaliyetlerin düzenlenmesi için endokrin (iç salgı bezleri ve hormonlar), bağışıklık ve sinir sistemini vazifelendirmiştir. Hassas dengeler içerisinde mükemmel bir uyumla çalıştırılan bu üç sistemden biri olan endokrin sistemde, hormonlar arasında harika bir yardımlaşma ve dayanışma vardır. Normal bir insanda, beyin fonksiyonlarının sürdürülebilmesi için kg başına dakikada yaklaşık 1 mg (100 gram/gün) enerjiye ihtiyaç vardır. Bu enerjinin % 90'ından fazlasını sağlama vazifesi glikoza verilmiştir. Herhangi bir sebeple aç kalındığında, ilk başlarda beyne yakıt olarak sadece glikoz kullandırılır. Glikozun tükenmeye başladığı 2-3 haftanın üzerindeki açlık durumlarında ise, yağ asitlerinin, hormonların tesiriyle karaciğerde metabolik olarak yıkılmasıyla ortaya çıkan keton cisimleri ve kâfi derecede oksijenin olmadığı bir ortamda, glikozun anaerobik parçalanmasıyla meydana getirilen laktat gibi glikoz dışı maddeler yakıt olarak kullandırılır. Diğer bir ifadeyle bu yakıt maddeleri, glikozun yerine enerji sağlamaya başlar. Bu, insan vücuduna yerleştirilen teavün (yardımlaşma) sırrının bir tecellisidir. Vücudumuzdaki kan şekerinin (glukoz) seviyesi, hem açlık hem de tokluk durumunda belirli sınırlar arasında tutulmaktadır (açlık için 70-110 mg/dl, tokluk için 100-140 mg/dl). Vücuttaki glikoz yapımı, kullanılandan fazla ise kanda glikoz konsantrasyonu artar, az ise azalır. Her iki durum, insan sağlığını tehdit eden mühim riskler arz eder. Şeker hastalığı; kalb, karaciğer, böbrek yetmezliği ve tümör tedavisinde kullanılan insülinin yanlışlıkla yüksek dozda yapılması gibi sebeplere bağlı olarak kan şekerinin belli bir sınırın altına düşmesi (<50 mg/dl), ?hipoglisemi' olarak adlandırılır. Acil müdahale gerektiren ve son derece tehlikeli olan bu durum, kısa zamanda ortadan kaldırılmazsa çarpıntı, sinirlilik ve titremeye; konuşma, davranış ve görme bozukluğuna; açlık hissine, göz kararmasına yol açabilir; bayılma, koma ve ölümle neticelenebilir. Ancak, kandaki şeker seviyesinde hafif düşmeler başladığı andan itibaren, seviyenin normale gelmesi için bazı hormonlar devreye sokulmaktadır. Öncelikle, kan şekeri normal değerlerin 10-15 mg/dl altına düştüğünde (hattâ 80 mg/dl seviyelerinde bile), pankreastan insülin hormonunun salgılanması azaltılmaktadır. Bu hormon, kan şekeri seviyesinin düşmesi yönünde vazife görmektedir. Kan şekeri 67 mg/dl'nin altına indiğinde ise, kan şekerini yükseltme yönünde istihdam edilen, insülinle ters istikamette vazifeli hormonların salgılanması artmaktadır. Bu karşı-düzenleyici sistem, hayatın idamesinde vazifeli mevcut denge sistemlerinin en ehemmiyetlilerinden biridir. Başta beyin olmak üzere, pankreasa, karaciğere, böbrek-üstü bezine ve sempatik sinir sistemine yerleştirilmiş olan bu sistem; fizyolojik şartlarda uzamış açlık durumlarında ve şeker hastalarında, herhangi bir sebeple -özellikle de tedavide kullanılan ilâçlara bağlı- meydana gelen hipogliseminin önlenmesine veya hafifletilmesine, metabolizmanın ve beyin fonksiyonlarının korunmasına hizmet etmektedir. Birçok araştırma neticesinde, hipogliseminin algılanmasında beynin ve özellikle de hipotalamusun ön-iç yan kısmının ehemmiyetli bir merkez olduğu ve insülin karşıtı düzenleyici hormonların salgılanmasını başlatmakla vazifeli olduğu anlaşılmıştır. Karşı-düzenleyici sistemde yer alanlar; glukagon, adrenalin ve noradrenalin (katekolaminler), kortizol ve büyüme hormonlarıdır. Glukagon pankreastan; katekolaminler böbrek-üstü bezi iç kısmından (medulla) ve sempatik sinir sisteminden; kortizol böbrek üstü bezinin dış-kabuk bölümünden; büyüme hormonları kafatası tabanında bulunan kaması (sfenoid) kemikteki Türk Eğeri (Sella Tursika) içine yerleştirilmiş hipofiz bezinden salgılanmaktadır. Glukagon, karaciğerde depo hâlindeki glikojenin yıkılmasıyla ve gliserol ile aminoasitlerden glikoz yapımını (glukoneogenez) uyarmakla vazifelidir. Glukagon vesilesiyle üretimi artırılan glikozun kana geçmesi sağlanır. Adrenalin ise, glikozun kas dokusunda insülin aracılı kullanımını azaltmak, karaciğerde glikoz yapımını uyarmak ve glukagon hormonunun salgılanmasını uyarırken, insülin hormonunun salgılanmasını baskılamakla vazifelidir. Adrenaline, hipoglisemiye karşı savunmada glukagona göre daha geri plânda bir rol verilmiştir. Ancak, tip 1 şeker hastalığında olduğu gibi, glukagonun yetersiz salgılandığı durumlarda, adrenalinin vazifesi daha mühim hâle gelir. Katekolaminlere, diğer birçok vazifenin yanı sıra yağların yıkımını uyarma vazifesi de verilmiştir. Böylece açığa çıkan yağ asitleri ve keton cisimleri kaslarda alternatif yakıt maddesi olarak kullandırılır. Katekolaminler ile glukagon birbirlerinden ayrı bir şekilde vazifelerini yerine getirirler ve her ikisinin vazifesindeki aksama, hipoglisemiye karşı verilecek glisemik cevabın (kan şekerinin normale getirilmesine çalışılması) önemli ölçüde bozulmasına sebep olur. Bu hormonlar arasında basitçe ikili değil, birbirini her an kontrol eder tarzda dörtlü-beşli tahterevalli sistemi işletilmektedir. Birindeki küçük bir değişiklik diğerlerine tesir etmekte ve onları hemen harekete geçirmektedir. Bu kadar kompleks bir şeker metabolizmasında hipoglisemi ortaya çıktığında bu hormonların salgılanması gelişigüzel değil, Nazzâm-ı Ezelî'nin tertibine göre cereyan etmektedir. Glukagon ve katekolamin hormonları, dakika mertebesinde salgılanıp hızlı şekilde tesirlerini gösterirken; kortizol ve büyüme hormonları ise, daha yavaş salgılanır ve tesirlerini geç gösterir. Glukagon ve adrenalin, kan glikoz seviyesinin âni ve kısa süreli düzenlenmesinde ehemmiyetli hormonlardır. Birkaç saat içinde tesirini gösteren kortizol ve büyüme hormonları ise âni hipogliseminin önlenmesinde ve kan glikoz konsantrasyonunun kısa süreli idamesinde ikinci derecede ehemmiyetlidir; fakat glikoz metabolizmasının uzun süreli açlık durumunda düzenlenmesinde daha müessir kılınmıştır. Kortizol ve büyüme hormonları, hipoglisemi durumunda kas ve karaciğerde benzer şekilde tesirlerini gösterir. İlk 24 saatte karaciğerde glikojenin parçalanması ön plândadır. Glikojen depoları zamanla tükenince bu vazife, yağ ve proteinlere verilir. Temel glikoz yapımına glukoneogenezin (laktat, pirüvat, gliserol ve alfa-ketoasitler gibi öncü moleküllerden glikoz üretilmesi) katkısı açlığın ilk 12 saatinde % 41 iken, 40 saatlik bir açlık sonrasında bu katkı % 92'ye çıkar. Bu arada böbrekler de bu hizmet grubuna katılır. Fizyolojik şartlarda glikozun yapılmadığı böbreklerde, az miktarda da olsa glikoz yapılmaya başlanır (yeni üretilen glikozun yaklaşık % 10'u, toplam glikoz ihtiyacının yaklaşık % 25'i) ve hipoglisemiye karşı koyan gönüllüler ordusu tamamlanmış olur. Kandaki şeker seviyesinin normale gelmesi için harekete geçirilen bu hormonların yardımlaşma ve dayanışma içinde faaliyette bulunmaları, kâinat çapında geçerli kılınmış olan teavün ve tesanüd gibi ilâhî prensiplerin tecellisine güzel bir örnektir. Kaynaklar -A. Çorakçı. Hipoglisemiler. Endokrinoloji, Metabolizma ve Diyabet. Editör: M. Özata, Arif Yönem, İstanbul Medikal Yayıncılık, Sayfa: 414-426, 2006. -H. Cangül. İnsülin ve Glukagonun Metabolik Etkileri. Biyokimya. Çeviri Editörleri: A. Tokullugil, M. Dirican, E. Ulukaya. Biochemistry/Pamela C. Champe, Richard A. Harvey (Lippincott's Illustrated Reviews, 1994) Nobel Tıp Kitapları, Sayfa: 269-280, 1997. -22. ve 23. Söz. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Işık Yayınları, İstanbul, 2004, sayfa: 365-431. -Glaser B, Leibowitz G. Hypoglycemia. Joslin's Diabetes Mellitus, 14rd Edition, edited by C. Ronald Kahn, Gordon C. Weir, George L. King, Alan M. Jacopsan, Alan J. Moses, Robert J. Smith. J.B.Lippincott Williams & Wilkins, A Wolters Kluwer Company, Philadelphia, p.1115-1147, 2005
|
|
Copyright © 2005 Uzerine.com
uzerine.com Ana Sayfa |
Gizlilik Sözleşmesi |
Üye Girişi